“İçinde yaşadığımız iktisadi toplumun göze çarpan hataları, tam istihdamı sağlamadaki başarısızlığı ve servet ile gelirin keyfi, haksız bölüşümüdür.”
John Maynard Keynes, Genel Teori: İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi

Tasarruf, bir ekonomide üretimin tüketimi aşan kısmıdır.

  • Dışa kapalı ekonomilerde yatırımlar daima tasarruflara eşittir.
  • Dışa açık ekonomilerde (yani ihracat ve ithalat yapılan ekonomilerde) ise bu eşitlik zorunlu değildir ve çoğu zaman da gerçekleşmez.

Eğer yatırımlar tasarruflardan büyükse, bu durum ülkenin dış ticaret açığı verdiği anlamına gelir. Yani, ülke kendi tasarruflarının yanı sıra başka ülkelerin tasarruflarını kullanmaktadır.

Ekonomik kimlik şu şekilde ifade edilir:

(Özel Tasarruflar – Özel Yatırımlar) + [Vergiler – (Kamu Yatırımları + Kamu Tüketimi)] = (İhracat-İthalat)

Sermaye (servet) birikimi, yatırımların kümülatif (birikimli) toplamıdır.

  • Tasarruflar ve yatırımlar akım değişkenlerdir.
  • Sermaye birikimi ise stok değişkendir; yani zaman içinde biriken serveti ifade eder.

Türk kalkınmasının ve sanayileşmesinin önündeki temel engellerden biri, sermaye birikiminin yani ekonomik gelişmenin ve zenginliğin yalnızca zenginlerin tasarruflarına bağlı olduğu düşüncesidir.

Bu anlayışa göre yatırımlar, tasarruflar aracılığıyla (özellikle de zenginlerin tasarruflarıyla) finanse edilir. Dolayısıyla ekonominin büyüyebilmesi için çalışanların daha az tüketmesi, zenginlerin ise daha fazla tasarruf etmesi gerektiği varsayılır.

Marx’ın 1844’te dile getirdiği gibi:

“İşçinin her lüksü kınanacak bir şey, en temel gereksinimleri aşan her şey de lüks olarak görülüyor.”
Guy Standing, Temel Gelir

Bu bakış açısına “Eşitsizlik Ekonomisi” diyebiliriz.

Bir ekonominin büyümesi için çalışanların daha az tüketmesi, ortaya çıkan fazlanın da sermaye sahiplerine aktarılması gerektiği fikri uzun süre geçerlilik kazanmıştır. Bu gerekçeyle yaşanan eşitsizlikler “kalkınma ve sanayileşme için zorunlu” gösterilmiş, kaynaklar toplumun hoşgörü sınırlarını aşan ölçüde sermaye sahiplerine aktarılmıştır.

Thomas Piketty bu durumu şöyle özetler:

“Her toplum eşitsizliklerini meşrulaştırmak zorundadır. Buna gerekçeler bulmak gerekir, yoksa bütün politik ve sosyal yapı çökme tehdidiyle karşı karşıya kalır. Her devir, eşitsizliği var olduğu gibi ya da var olması gerektiği gibi meşrulaştırmak ve bütünü yapılandırmayı mümkün kılan ekonomik, sosyal ve politik kuralları tarif etme amacını güden karşıt söylemler ve ideolojiler üretmiştir. Hem düşünsel, hem kurumsal hem de politik olan bu karşıtlıktan genellikle eşitsizlik rejimlerinin yaslandığı egemen anlatılar doğar.”
Thomas Piketty, Kapital ve İdeoloji

Bu anlayışın Türkiye’deki yansımasını sanayici Adan Dalgakıran’ın ifadelerinde açıkça görebiliriz:

“Var olan para veya malın eşit dağılımının bir ülkede gelişimci ekonomi yaratamayacağı aşikârdır. Diyelim ki ülkenin toplam kaynağı bin lira, nüfus da yüz kişi. Herkese onar lira dağıtıldığında bu para tüketime gider, yatırıma dönüşmez. Ancak bin liranın beş yüz lirası beş kişiye verilirse, bu kaynak yatırıma dönüşür, çark dönmeye başlar. Gelirin eşit dağıldığı yerlerde sermaye birikimi olmaz. Ancak belli bir seviyeden sonra, sermaye birikimi ve insan kaynağının niteliği arttığında dağılımda eşitlik sağlanmaya başlar.”
Adan Dalgakıran, Yüzleşme: Türkiye Vasatlıktan Nasıl Çıkar?

Keynes ise yaklaşık doksan yıl önce iş insanlarının bu tür düşüncelerinin kaynağına işaret etmişti:

“İktisatçıların ve siyaset felsefecilerinin ileri sürdüğü, doğru ya da yanlış fikirler zannedildiğinden daha güçlüdür… Kendilerini entelektüel etkilerin dışında tuttuklarını sanan iş adamları, esameleri dahi okunmayan iktisatçıların köleleri durumundadır.”
John Maynard Keynes, Genel Teori: İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi

  1. Yatırımların Tasarruflarla Finanse Edilmesi Varsayımı
    Eşitsizlik Ekonomisi, yatırımların yalnızca tasarruflarla finanse edilebileceği düşüncesine dayanır. Bu varsayıma göre tasarruf yoksa yatırım da yapılamaz.
  2. Tam İstihdam Varsayımı
    Bu anlayışa göre, ekonomideki tüm kaynaklar zaten etkin biçimde kullanılmaktadır. Dolayısıyla ekonomik gelişme için tüketim kısılmalı, tasarruflar artırılmalı ve yatırımlar genişletilmelidir. Böylece sermaye stoku (sermaye birikimi) büyütülerek ekonomik gelişme sağlanabilir.
  3. Faizlerin Artırılması Gerekliliği
    Eşitsizlik Ekonomisine göre, faizler artırıldığında tüketim azalır, tasarruflar artar. Bu artış, yatırımları ve dolayısıyla üretimi artırır.

Türk ekonomisinde kaynakların hakkaniyetsiz biçimde sermaye gruplarına aktarılması, ekonomik ihtiyaçlara uygun bir talep gelişimini engelledi. İç piyasanın zayıf kalması, yapılan yatırımları eksik istihdam koşullarında çalışmaya zorladı. Kaynakların tam kullanılamaması yatırım planlarının kârlılığını azalttı ve zamanla ekonomide yatırım isteksizliği oluştu. Böylece ekonomi giderek eksik istihdam bataklığına saplandı.

Bu soruna bir çözüm bulunmalıydı. Bulundu da!

“Zor ve karmaşık her soru için, son derece basit ve dosdoğru, ancak yanlış bir cevap vardır.”
— H. L. Mencken (aktaran: David Graeber, Borç: İlk 5.000 Yıl)

İş insanları, Keynes’in de belirttiği gibi, modası geçmiş iktisatçıların köleleri oldukları için ekonomik kaynakların daha adil paylaşımını hiçbir zaman çözüm olarak görmediler. Onlara göre bu irrasyoneldi: Bir firma nasıl daha fazla vergi ödeyerek, gelirini çalışanlarıyla ya da yoksullarla paylaşarak zenginleşebilirdi? Bu olsa olsa delilikti.

Bunun yerine çözüm, iki yönlü bir strateji oldu:

  • Tüketim, çalışanların gelirleri artırılarak değil, başka yöntemlerle teşvik edildi.
  • Yatırımlar, sübvansiyonlar (teşvik sistemleri, düşük faiz, vergi avantajları vb.) aracılığıyla desteklendi.

Çalışanların reel gelirleri düştükçe, refah düzeylerini korumak için borçlanmaya yöneldiler. Bu talebi sürdürülebilir kılabilmek için ise sürekli düşük faiz politikası gerekliydi.

Öte yandan, yatırım sübvansiyonları büyük sermaye gruplarına daha fazla kaynak aktarırken, tüketimin sübvanse edilme ihtiyacını da artırıyordu. Böylece Türkiye’nin düşük faiz bağımlılığı ortaya çıktı. Yatırımları artırmaya çalışırken, finansal istikrarın altına er ya da geç patlayacak dinamitler yerleştiriliyordu.

Tüm bunlar yaşanırken siyasetçiler sürekli “iş bilmezlikle” suçlandı. Oysa şu soru pek sorulmadı: Türkiye’de bunca siyasetçi gelip geçti, gerçekten hiçbiri mi iş bilmiyordu? Türkiye, Eşitsizlik Ekonomisi nedeniyle düşük faiz bağımlılığına saplanmışken, siyasetçilere “enflasyonla mücadele” adına yüksek faiz önerildi. Ancak siyasiler, zannedildiği kadar iş bilmez değildi; sadece iki maliyetli seçenek arasında sıkışmışlardı.

“…Kötü haberse, siyasi aktörlere uzağı görememe ya da mantık dışı davranma yakıştırmasının (doğrudan ya da örtülü bir şekilde) hâlen sürmesidir.”
Dani Rodrik, İktisat Politikaları Reformlarını Anlamak

Düşük faiz politikası, ekonomide spekülatif hareketlere yol açıyordu. Kur şokları enflasyonu artırıyor, ücretler ise enflasyona uyarlanamadığı için eşitsizlik daha da derinleşiyordu.

Enflasyonla mücadele amacıyla faizler artırıldığında da sonuç değişmiyordu: yine eşitsizlik artıyordu. Çünkü bu kez sermaye maliyetleri yükseliyor, yatırımlar baskılanıyor ve istihdam daralıyordu.

Sadece döviz kurunun sabit kalması ya da düşmesi durumunda ücretlilerin reel gelirleri artabiliyordu. Ancak bu durumda da sanayicilerin reel gelirleri azalıyordu. Yani ekonomi politikası hangi yönde adım atarsa atsın, bir kesimi memnun ederken diğerini rahatsız ediyordu.

Sonuçta politika yapıcılar, çözümü bir “denge siyaseti”nde buldu: Birkaç yıl düşük faiz, ardından birkaç yıl yüksek faiz… Bu kısır döngü içinde yatırımlar da bir artıyor, bir düşüyordu.

EŞİTSİZLİK PARADOKSU-3
Kaynak: World Bank, TÜİK | 2024 yılı verisi 2024 yılı ikinci çeyrekteki yıllık yani son 4 çeyreğe ilişkin veridir.

Eşitsizlik Ekonomisi, Türk ekonomisini iki yönlü bir bağımlılığa sürükledi:

  • Yatırımların yetersizliği nedeniyle ekonomi giderek ithalat bağımlısı hale geldi.
  • Bu düşük yatırımları telafi edebilmek için ise ekonomi düşük faiz bağımlılığına girdi.

Ne var ki düşük faiz bağımlılığı da ithalatı daha da artırarak bağımlılığı derinleştirdi. Böylece Türkiye, ne yüksek faiz politikasını ne de düşük faiz politikasını uygulayabilecek durumda kaldı. Çünkü artık parasal egemenliğini kaybetmişti.

Burada kastettiğim Eşitlik Ekonomisi, mutlak eşitlik değildir. Daha çok, toplumun hoşgörüyle karşılayabileceği ölçüde adil bir bölüşümdür. Bu yalnızca gelir ve servetin daha eşit dağıldığı bir Türkiye ekonomisi değil; aynı zamanda sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, krediye (paraya) erişim ve tüketimde daha adil bir sistemdir.

Eşitlik Ekonomisi, talebin baskılanmasını ortadan kaldıracağı için, yatırımların önündeki en büyük engel olan geleceğe ilişkin gelir beklentisindeki belirsizlikleri de azaltacaktır. Daha geniş bir iç piyasa, yatırımları artıracak; gelir ve üretim arasındaki döngü sürekli işleyecektir:

  • Gelirler, sermaye grubunun elinde birikmiş halde kalmayacak,
  • Topluma, vergiler yoluyla devlete, oradan tekrar topluma, tüketim yoluyla yeniden üreticilere akacaktır.

Böyle bir döngüde yalnızca toplum değil, zenginler de eşitsizlik ekonomisine kıyasla daha zengin olacaktır. Yoksulların ve orta sınıfın refahı artacak, eksik istihdam edilen kaynaklar üretime koşulacak ve kalkınma ile sanayileşmenin kapıları açılacaktır.

Keynes tasarrufların ekonomik gelişmeyi (sermaye artışlarını) engellediğini şu sözlerle vurguluyordu:

“Tam istihdamın varlığını sürdürdüğü noktaya kadar sermaye artışının düşük tüketim eğilimine bağlı olmak şöyle dursun, aksine bu eğilim tarafından engellenmesi söz konusudur. Sadece tam istihdamın geçerli olduğu koşullarda düşük tüketim eğilimi sermaye artışlarına vesile olabilir.”
Genel Teori: İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi

“Alışılmış tüketim eğiliminde meydana gelen bir artış, genelde (tam istihdam koşulları dışında) aynı anda yatırım artışını teşvik edecektir.”

“Günümüz koşullarında servet artışının, düşünüldüğü gibi zenginlerin tasarruflarına bağlı olmadığını, tam tersine onlar tarafından engellendiğini görmekteyiz.”

  1. Yatırımların Kaynağı Tasarruf Değil Kredidir
    Eşitlik Ekonomisi, “yatırımlar tasarruflarla finanse edilir” varsayımını reddeder. Yatırımlar büyük ölçüde kredilerle fonlanır.
    • Yatırım yapmak için gerekli olan şey zenginlerin tasarrufları değil, paranın yaratılmasıdır.
    • Bu para, devlet tarafından ya da bankalar aracılığıyla sağlanabilir.
    • Dolayısıyla ekonomik gelişme için zenginlere özel bir önem atfetmek gerekmez; büyük ve küçük tüm yatırımcılara adil davranmak esastır.
    • Tasarruflar, yatırımların değil; yatırımların sonucunda ortaya çıkan gelirin ürünüdür.
  2. Türkiye Ekonomisi Eksik İstihdam Altındadır
    Mevcut durumda Türkiye ekonomisi tam kapasiteyle çalışmamaktadır. Kaynakların eksik istihdam edilmesi, büyüme ve refah artışı için ciddi bir engel oluşturmaktadır.
  3. Faizleri Değil Yatırımları Artırmalıyız
    Tasarrufları artırmanın yolu faizleri yükseltmek değildir. Yatırımları artırmaktır. Ancak bu artış, tüketimi borçlandırma yoluyla değil, daha eşitlikçi bir gelir ve servet paylaşımıyla sağlanmalıdır.
    • Böylece talep, finansal istikrarı riske atmadan sürdürülebilir şekilde büyür.
    • İstikrarlı bir talep genişlemesi, istikrarlı bir yatırım genişlemesini teşvik eder.
    • Bu koşullar sağlandığında, para politikası da ihtiyaç halinde daha etkin bir araç haline gelir.

Eşitsizlik sebebiyle içine saplandığımız bataklıktan çıkmaya çalışırken, aslında eşitsizliği daha da artırıyoruz. Bugün bir yandan enflasyon sorunuyla, diğer yandan eksik tüketim ve buna bağlı yatırım sorunuyla karşı karşıya kalan bir ekonomiyiz. Oysa her iki sorunun da kökleri Eşitsizlik Ekonomisi’nde yatmaktadır.

“Ekonomik kalkınmayı ve insanlığın ilerlemesini mümkün kılan, mülkiyet, istikrar veya eşitsizliğin kutsallaştırılması değil, eşitlik ve eğitim uğruna verilen mücadeledir.”
Thomas Piketty, Kapital ve İdeoloji

Joan Robinson’un ifadesiyle:

“Para ve fiyat sisteminin hakkaniyetle çalışması için gelir ve mülkün adil dağılımını sağlamak gerekir. Eşitsizlik sistemi yalnızca adaletsiz değil, aynı zamanda verimsiz hale getirir. Bu nedenle onu korumak isteyenlerin ön koşulu, hoş görülebilir düzeyde adil bir gelir ve mülk dağılımı için radikal önlemler almaktır.”
Ekonomi Felsefesi

Thomas Piketty de enflasyonu şöyle tanımlar:

“Enflasyon, ağır bir yeniden dağıtım çatışmasıyla karşı karşıya kalmış bir toplumun alametidir. Toplum, geçmişten intikal etmiş bazı alacaklardan kurtulmak ister ama fedakârlıkların nasıl daha iyi paylaşılabileceğini tartışamaz ve kendini fiyatların, spekülasyonun kaprislerine teslim etmeyi tercih eder. Bunun en bariz riski, muazzam bir adaletsizlik hissi yaratmasıdır.”
Kapital ve İdeoloji

2000’lerden sonra Türkiye ekonomisi enflasyon sorununu çözmüş gibi görünüyordu; ancak bu sadece bir görünüşten ibaretti.

EŞİTSİZLİK PARADOKSU NEDİR
Kaynak: TÜİK

“Keynes’in yeni bir kavram olarak ortaya attığı iradi olmayan (gönüllü olmayan) işsizliğin ima ettiği şey, kaynakların boşa harcanmasıydı: Kadın ve erkeklerin zorunlu olarak işsiz bırakılmaları yüzünden bugün üretmemiş oldukları şeyler hiçbir surette üretilmeyecekti. O halde, devlet müdahalesi yoluyla gönüllü olmayan işsizliği ortadan kaldırmak; kaynak israfına engel olmak ve kaynakların potansiyel üretimlerini gerçekleştirmelerinin yolunu açmak anlamı taşıyordu.”
John Toye, Keynes’in Kalkınma İktisadı İçin Önemi

“Ona (Keynes) göre, Hazine’nin artan devlet harcamalarına itirazı öngörüden uzaktı. ‘Kısır bir döngünün içine giriyoruz. Paramız olmadığı için hiçbir şey yapmıyoruz. Ama tam da hiçbir şey yapmadığımız için paramız yok.’”
Nicholas Wapshott, Keynes Hayek: Modern Ekonomiyi Tanımlayan Çatışma

“Marx’a göre, herhangi bir toplumun hareket alanı, o toplumun kendi artığını (surplus) kullanım şekli tarafından belirlenmiştir. Fakat bu kullanım şekli, o toplumun sınıf yapılanmasıyla — artığın kimlerin payına düştüğü ve bunların artığı kullanma eğilimleriyle — belirlenmiştir.”
Prabhat Patnaik, Bir Kalkınma İktisatçısı Olarak Karl Marx

“Tam istihdam ekonomik olduğu kadar toplumsal bir maldır.”
Hyman P. Minsky, İstikrarsız Bir Ekonominin İstikrarı

Sonuç olarak, ekonomideki gerçek israf, eksik istihdamdır.

EŞİTSİZLİK PARADOKSU NEDİR-2
Kaynak: TÜİK

“Keynes’in dünyasında —ve bizimkinde— gerçek kıtlık, kaynak ya da erdem kıtlığı değil, anlayış kıtlığıydı.”
Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz

“Ekonomik ve politik tartışmalar çok uzun süredir ödeme gücü, kemer sıkma, kıtlık ve damlama kuramının (trickle-down) dar sınırları içinde şekillendi… Devletler kamu parası yaratabilirler ve yaratıyorlar; işsizleri işe almaları ve vergi sistemini bu sorunları halletmek için kullanmaları gerekiyor.”
Eric Tymoigne & L. Randall Wray, Modern Para Teorisi’ne Giriş: Eleştirilere Yanıt

“Büyük düşünmek ve zorluklarla yüzleşmek devletin görevleri arasındadır.”
Mariana Mazzucato, Her Şeyin Değeri

“Devlet ancak ve ancak büyük ve farklı düşünerek değer ve umut yaratabilir.”
Mariana Mazzucato, Her Şeyin Değeri

“Bugünün sanayileşmiş ülkeleri serbest dış ticaretle ve serbest finans hareketleriyle zenginleşmedi. Gelişmekte olan ülke gerçeği: Başarıyla sonuçlanan stratejilerin çoğunda iyi tasarlanmış müdahaleci programlar uygulanmıştır.”
Ha-Joon Chang & Ilene Grabel, Kalkınma Yeniden

“Ortaçağ devletlerinin yapısı, modern çağ aygıtlarının çocukları bizlerin alışık olduğu devlet yapısına benzemez: Pek çok kamusal faaliyet özel kişilere devredilmiştir.”
Alessandro Marzo Magno, Paranın İcadı

“Roosevelt iktidara geldiğinde yıl 1933’tü… %25’e indirilen en yüksek gelir vergisi oranını derhal artırdı. Oran 1933’te %63’e, 1937’de ise %79’a yükseldi.”
Thomas Piketty, Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital

“Serbest piyasa ve serbest ticarete dayalı kalkındığına işaret eden popüler mitin aksine, Britanya bebek endüstrileri destekleyen ve geliştiren aktivist politikaların atılgan bir uygulayıcısıydı.”
Ha-Joon Chang, Merdiveni Tekmelemek

“İngiltere, asırlar boyunca korumacılığa dayanmıştır… İki yüzyıl sonra serbest ticareti kendi işine geldiği için benimsemiştir.”
Ulysses S. Grant, akt. Ha-Joon Chang, Merdiveni Tekmelemek

“Politika yapıcılar ancak Devletin yenilik sürecindeki rolüne ilişkin masalları geride bıraktıklarında, Keynes’in dediği gibi, işlevini yitirmiş bazı ekonomistlerin köleleri olmaktan kurtulacaklardır.”
Mariana Mazzucato, Girişimci Devlet

“Çin Kalkınma Bankası’nın yaptığı yatırımlar güneş enerjisinde sağlanan başarıda kilit rol oynadı… Kamu finansmanı sayesinde Çin kısa sürede uluslararası oyuncular arasına girdi.”
Mariana Mazzucato, Girişimci Devlet

“Eğer dünyanın geri kalanı ABD modelini taklit etmek istiyorsa, aynen onun yaptığı gibi yapmalı, yaptıklarına dair söylediklerine kulak asmamalıdır: Söz konusu olan, daha küçük değil daha büyük Devlettir.”
Mariana Mazzucato, Girişimci Devlet

“Devlet yalnızca piyasaları ‘onararak’ değil, onları yaratarak ve şekillendirerek de kilit rol oynar. iPhone’u akıllı kılan tüm teknolojiler, devletin kaynak sağladığı araştırmalara borçludur.”
Mariana Mazzucato, Girişimci Devlet

“Nissan 1981’de İngiltere’deki fabrikasını kurduğunda, katma değerin %60’ı yerel kaynaklara dayandırılmak zorundaydı; bu oran zamanla %80’e çıkarıldı.”
Ha-Joon Chang, Sanayileşmenin Gizli Tarihi

“Japon hükümeti 1949’da Toyota’yı Merkez Bankası parasıyla iflastan kurtardı… 1960’larda serbest ticaret politikaları izlenseydi, bugün Lexus olmayacaktı.”
Ha-Joon Chang, Sanayileşmenin Gizli Tarihi

“Sorun, istikrarsızlığa, enflasyon ve işsizliğe yol açmayan tam istihdam için bir strateji geliştirmektir.”
Hyman P. Minsky, İstikrarsız Bir Ekonominin İstikrarı

“Böyle bir politikanın temel aracı, işletmenin kâr beklentilerine dayanmayan, esnek bir kamu istihdamıdır. Sadece devlet, istihdamı kârlılıktan ayırarak bunu sağlayabilir.”
Hyman P. Minsky, İstikrarsız Bir Ekonominin İstikrarı